6.5 C
Almanya
Salı, Mart 19, 2024

24 Haziran Sonrası Muhalefetin Geleceği

M. Esad Şahin

Berlin’de otel odamdayım. Pencere hafif açık. Dışarıda bir araçta Ahmet Kaya’nın ‘Kum Gibi’ şarkısı çalıyor. Aklıma Kaya’nın memleketinden sürülmesi, sevdiklerinden koparılması geldi. Bir an o günlerin tarihte kalmış çok eski günler olduğunu düşündüğümü fark ettim. Bugünün ne farkı var o günlerden? Bugün de yaşamayı seven, kafa tutmayı seven, doğrunun peşinde olan ve herkes için adaletli bir hayat isteyen binlerce insan aynı konumda değil mi? Kaç “Barış akademisyeni” yurtdışında? Kaç kişi devletin veya yaşadığı toplumun baskısına dayanamayarak sevdiklerinden ayrılarak yurtdışına kaçmak zorunda kaldı? Kaçamayanlar ne halde yaşıyor? Soruları çoğaltmak mümkün, ama son dönemde gündemimizi en çok meşgul eden soru: “Bu durumdan kurtulmak mümkün mü? Mümkünse nasıl?”

Değişmek Zorunda Olan Muhalefet

Türkiye, hukuk devleti, devlet-birey ilişkileri, insan hakları, çoğunluk-azınlık ilişkileri, basın özgürlüğü gibi demokrasiye dair her kavram ve hassasiyetin yok sayıldığı bir ülke oldu hep. Buna rağmen “Seçimler” gerçek demokrasi isteyenler için her zaman bir fırsattı. 24 Haziran seçimlerinde muhalefetin bu fırsattan ilk defa yararlandığını düşünüyorum. Çünkü bu zamana kadar “Seçim” kavramının muhalefet tarafından birtakım nedenlerden ötürü doğru anlaşılmadığını ya da bu kavrama yanlış yaklaşıldığını düşünüyorum. Her şeyden önce seçim kavramının ana mantığı, seçmenin aklına (ya da gönlüne) hitap ederek, yapmak istediklerini izah ederek oy kazanmaktır. Türkiye’de bugünün muhalefeti çok uzun yıllar kendini ülkenin çoğunluğu olarak sundu. Ama öyle düşündü, ama öyle göstermeye çalıştı. Bir şekilde temel stratejisi hep çoğunluğun sesi olduğuna vatandaşı ikna etmekle geçti. AKP’nin 2007 sonrası iktidarı tam anlamıyla ele geçirme süreci başladıktan sonra ise demokrasiye asker ve yüksek yargı tarafından yapılan müdahalelere muhalefet meşruiyet kazandırdı. Bugün tüm muhalif kesimler askerin ve yargının siyasete karışmasını en şiddetli şekilde reddediyor olabilir, fakat en fazla 10 yıl geriye dönersek tablonun bugünkü gibi olmadığını görürüz. İktidar (hükümet değil) sahiplerinin hukuku sopa gibi kullanması veya belli kesimlerin siyasete katılımını parti kapatma yoluyla engelleme çabaları sessiz kalınarak desteklendi.

Kılıçdaroğlu sonrası CHP

2010 yılında Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geldiğinde getirilen birçok yeni söylem gereği “Yeni CHP” tartışmalarının yaşandığını hatırlarız. Bu dönemde sabit kitlesinin yanı sıra diğer kesimlere açılmaya çalışan yeni CHP yönetimi, parti içi tasfiyelerin ardından yüzünü iyice sağ seçmene dönmüştü. Fakat bu ikna ve propaganda faaliyetleri hiçbir zaman istenilen noktaya gelemedi. CHP oylarını bir türlü arttıramadı. Partinin tecrübeli isimleri bile sağ seçmene güven verecek söylemi yakalayamadı. On yıllarca alt sınıfları, “cahil halkı”, “gericileri” dışlamak, hatta nefret etmek üzerine siyaset yapanlar için zorlu bir süreç başlamıştı. Düşünsenize 10 yıl öncesine kadar başörtüsüyle üniversitede okumak istemeyi gericilik addeden bir parti, bugün o gericilerden oy istiyordu. Bu süreci sadece oy stratejisi ile açıklamak bence yanlış olur. CHP’nin bu konuda zorunlu bir öğrenme sürecinden geçtiğini düşünebiliriz. Belki bir arada yaşamak istemedikleri, açıkçası sevmedikleri bu sıradan insanların sandıkları kadar tehlikeli olmadıklarını, ülkeye şeriat getirmek gibi bir dertlerinin olmadığını öğrenmiş olabilirler. Ümit Kıvanç’ın “sınıfsal ırkçılık” ile açıkladığı bu durumdan kurtulmak isteyen CHP sonraki süreçte hiçbir seçimi kazanamadı. Muhalefetin sahip olduğu yapısal sorunlar, “değişim” üzerine sınırlı kapasite ve tabanının benimseyemediği toplumsal gerçekler seçim çalışmalarını hep ciddi zaafa uğrattı.

Anti-Demokratik Ortam ve 24 Haziran Süresince Muhalefet

Yazının temel amacı muhalefet analizi olduğu için 15 yıllık iktidar süreci boyunca AKP’nin ülkeyi getirdiği nokta ve kendi yapısal dönüşümlerine değinmeyeceğim. Fakat bugün itibariyle AKP’nin ve Erdoğan’ın tam bir statüko haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu durumun zamanla muhalefeti değişim isteyen taraf konumuna getirdiği de açık. Fakat yukarıda değindiğim nedenlerden ötürü CHP’nin bu konuda öncülük yapabilmesi hâlâ mümkün görünmüyor. Bu nedenle Muharrem İnce’nin CHP rozetini çıkararak seçim kampanyasına başlaması ve genellikle muhafazakâr AKP seçmeninin aklına ve gönlüne hitap etmek istemesi yeni bir sürecin ilk adımları oldu. Aynı şekilde MHP’den kopan İyi Parti’nin de değişim ve farklı bir muhalefet talebi ile hedef kitle olarak AKP seçmenine yönelmesi AKP muhalifi cephede bambaşka bir hava oluşturdu. 15 Milletvekili transferi ve kitleyi genişletmek adına kurulan Millet İttifakı önemli hamleler oldu. Erdoğan ve AKP’nin bu durumla mücadele stratejisi tamamen demokrasiyi rafa kaldırmak şeklinde oldu. Muhalefetin hedef kitleye uygun ortak aday olarak Abdullah Gül ile temas kurmasına Genelkurmay başkanı düzeyinde müdahalede bulunuldu. OHAL ortamında Meral Akşener’in MHP’de liderlik yarışının engellenmesi ile başlayan süreç İYİ parti kurulduktan sonra da birçok engelleme ile devam etti.
HDP lideri Demirtaş ve partinin önemli birçok isminin tutuklandığı, Güney Doğu’daki mülki amirlerin Erdoğan’dan aldıkları emir ile HDP’yi engellemek için en ağır baskıları uyguladığı bir seçim süreci yaşadık. HDP’nin baraj altı kalması için her yolun mubah görüldüğü uygulamaların, Erdoğan tarafından bizzat kapalı bir ortamda partililerden talep edildiğine tanık olduk. İrfan Aktan’ın da değindiği üzere, burada en büyük arzu Kürtlerin sandığa gitme motivasyonunun kırılmasıydı. Parlamenter sistemle iyice bağı koparılacak bir HDP, hem baraj altı kalacak hem de daha sonraki süreçte tutuklamalar yoluyla tarihten silinebilecekti. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği, mecliste AKP ve MHP’nin çoğunluğu sağladığı bir ortamda HDP’lilerin kutlama yapmasını garipseyenler oldu. Bence „Biz ayaktayız ve parlamenter sistemde mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz” mesajı vermekten başka bir şey değildi aslında.

Seçim sürecinde muhalif partilerin halka ulaşmak için en önemli kanalı olan medyanın ise tamamen kuşatıldığı, 7/24 iktidar kanallarında tüm muhalefetin Fethullah Gülen ve PKK ile iş birliği içerisinde gösterildiği bir seçim süreci yaşandı. Seçime kısa süre kala Doğan Medya’nın Demirören grubuna devredilmesi aslında medya üzerinden yapılmak istenenlerin habercisiydi. AKP bütün seçim kampanyasını, AKP ve MHP dışındaki partilerin makbul, meşru olmadığı ve bir güvenlik sorunu olduğu üzerine kurdu. AKP’den memnun olmayan insanlar bile maruz kaldıkları yoğun propagandadan dolayı devlet nezdinde meşru olmayan, kriminalize edilen partilere oy vermek istemediler. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan travma, dindar kesimleri tamamen milliyetçi cephenin içine çekti. MHP’li ve AKP’li seçmenin bu süreçten sonra çok daha fazla yakınlaştığı malum. Bu cephenin dışında kalan siyasi partilerin ise OHAL ortamında her geçen gün daha fazla gayri-milli olarak sunulduğu bir süreç yaşadık.

OHAL şartlarında, olağanüstü baskı altında seçim çalışmalarına başlayan muhalefet önce ittifak kurarak sonra alanlarda beklenmedik bir performans sergileyerek Erdoğan ve AKP’nin planlarını alt üst etti. Özellikle Muharrem İnce’nin sadece muhalefeti değil tüm kesimleri “Erdoğan’ın bir alternatifi var” düşüncesine ittiğini söyleyebiliriz. “Lidersiz Gezi” ile başlayan toplumsal muhalefet kültürü artık bir lider etrafında toplanabiliyordu. Sadece 50 günde müthiş katılımla gerçekleşen 107 mitingin Erdoğan’ı paniğe ittiğini söyleyebiliriz. Aşırı öfkeli, zaman zaman hafızasını yitiren, önündeki prompter durduğunda donakalan ama hepsinden önemlisi yorgun ve ümitsiz görünen Erdoğan sadece 35 miting yapabildi. Reytingleri oldukça düşük olmasına rağmen her gün 15 kanaldan canlı yayınlanan Erdoğan „her şehre bir kıraathane” gibi seçim vaatleriyle, karşılıksız kalan hatta çoğu zaman aleyhine dönen polemiklerle bir seçim süreci geçirdi. Çiller ile Ağar’dan medet umduğu bir seçim süreci.

İnce, Muhafazakârlar ve Kürtler

Artık tamamen statüko ve kapalı toplum anımsatan Erdoğan’ın karşısında bir arada yaşamaya ve adil paylaşmaya vurgu yapan bir Muharrem İnce var. 24 Haziran akşamı alınan seçim sonuçlarının hayal kırıklığından ziyade bu düşünceleri pekiştirdiğini söylemem mümkün. İnce’nin CHP tabanını heyecanlandırması ve hareketlendirmesi önemli bir anlam taşımakla birlikte en büyük etkinin, yukarıda izah etmek istediğim, muhalefetin muhafazakâr/dindar kesime ulaşmak için aradığı liderliği ve güven veren dili oluşturmasında görebiliriz. 50 günlük seçim kampanyasında 15 yıllık CHP yönetiminin başaramadığını başaran İnce, aynı zamanda muhafazakâr kesimle de köprü kurmayı başardı. Bu köprüden geçişler aynı dil korunduğu ve güven verildiği sürece başlayacaktır. Aynı şekilde Muharrem İnce tarafından Kürtlerle kurulan sıcak ilişki sadece oy potansiyeli üzerinden açıklanamaz. İnce’nin ulaşmak istediği bu 2 kesim için geliştirdiği “Devlet dairelerinde türban” ve “Kürtçe dil öğretimi” gibi söylemler CHP tabanında memnuniyetsizlik yaratmadı. Önemli bir gelişme de CHP ve HDP seçmenlerinin akılcı bir tavırla geliştirdikleri başkanlık ve milletvekilliği için farklı oy verme stratejisi ile yaşandı. Sandık güvenliği gibi gerekçelerle İYİ Partililerin de tabandaki bu ittifaka katıldığını düşünmüştük. Seçim sonrası gelişmeler ise bu konuda pek umut verici değil. Bu anlamda secim öncesi CHP yönetimi tarafından sırt dönülmesine rağmen HDP ile tabandaki ortak çalışma anlayışı ortak bir vizyonla ilerleyen dönemde güzel gelişmelere neden olabilir. Bunun, Türkiye’yi tamamen kutuplaştırarak ve muhalefeti marjinalleştirerek kendi seçmen kitlesini konsolide etmek isteyenlerin oyununu bozmak için çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bu süreçten Kürt sorununa akılcı ve kalıcı bir çözüm önerisi de çıkabilir. Yakında göreceğiz.
Seçim sürecinde gördüğümüz diğer önemli nokta da muhalefetin “oyları koruma” stratejisinin tamamen başarısızlıkla sonuçlanması gerçeğidir. CHP yönetimi de kabul ediyor. Anadolu Ajansı’nın yapacağı manipülasyon bilindiği için oluşturulan alternatif sistem, “Adil Seçim Platformu”, seçim gecesi tamamen çöktü. Özellikle Güneydoğu’da anlamsızca artan MHP oyları ve Suruç dahil birçok bölgedeki seçim hilelerine dair iddialar asla çözülemeyecek gibi. Çünkü muhalefetin bunu çözebilecek bir kapasitesi yok. Ayni şekilde secim sonrası muhalefetten pek iyi sinyaller gelmiyor. Millet İttifakının sona erdiği duyuruldu. CHP’de parti içi tartışmalar alevleniyor. Ekonominin her gecen gün daha da kötüleştiği ve yerel seçimlerin yaklaştığı bir dönemde muhalefetin yine çözümsüzlüğe doğru ilerlediğini düşünebiliriz. Fakat bu durumu değişim sancıları olarak da görenler var. İnce’nin CHP’nin başına geçmesinin partiyi hareketlendireceği düşünülebilir, fakat 24 Haziran öncesi kuvvetler ayrılığı ve ülkedeki kutuplaşmayı sonlandırmak amaçlı kurulan Millet İttifakı anlayışının parti liderliğinden daha büyük bir anlam taşıdığını unutmamalıyız.

Yakın gelecek

Artık Erdoğan kendi elleriyle yarattıkları ağır ekonomik krizin yanında İnce ile umutlanmış ve hareketlenmiş bir muhalefetle karşı karşıya. Ayrıca iktidarı paylaşmak zorunda kaldığı MHP ile her an çözülebilir bir ittifakı devam ettirmekten başka çaresi yok. İktidarın MHP’ye bu kadar bağlı olması, atması gereken demokratik adımları tamamen engelleyecektir. OHAL’in kaldırılmamasını ve Alaattin Çakıcı dahil mafyanın genel af ile salıverilmesini talep eden MHP ile ülkenin iyice içe kapanması söz konusu. Böyle bir durumda muhalif kesimlere baskıyı arttırmak zorunda kalacak AKP despotizmin sınırlarını zorlayabilir. İşlerine son verilen ve tehdit edilen gazeteciler, tehdit edilen HDP’li siyasiler ve tutuklanan Eren Erdem beklediğim sürecin sadece ilk adımları.

24 Haziran gecesi Türkiye’deki 16 yıllık baskı iktidarının son bulduğu, dünyadaki otoriter popülist siyasi dalganın ise kırıldığı yeni bir güne uyanmak hepimizin hayaliydi. Fakat ilk defa bu kadar geniş katılımla bir araya gelmiş muhalefet, yakalanan heyecanı, dayanışmayı ve inancı sürdürerek çalışmaya devam etmelidir. Meydanlarda Muharrem İnce, hapiste ise Selahattin Demirtaş tarafından kullanılan barışçı, özgüvenli muhalefet üslubunun toplumda daha geniş kesimlere yayılması amaçlanmalı. Yargılamaktan, intikamdan ve birilerini yok etmekten bahsedenlerin sadece gerilime neden olduğu, bu gerilimin de AKP seçmenini daha fazla kenetlediğini bu seçimde de bir kez daha görüldü. Çocuklarımızın eğitiminden, gençlikten, kadınlardan, doğadan ve adaletten daha fazla bahseden muhalefet AKP ve Erdoğan cephesini yanıltmaya hatta dağıtmaya devam edecektir. Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade ve basın özgürlüğü önümüzdeki dönemin en önemli kavramları olacaktır. “Ahlaki üstünlüğü” eline geçirmiş olan muhalefet cephesi enerjisini taze tutmak zorundadır.

Son Haberler

İlgili Haberler