8.1 C
Almanya
Salı, Nisan 23, 2024

Ümit Güney ile 5N 1 Kitap

Arzu Dinçer

Merhaba

5N1KitapYazarı köşemizden bugün arkadaşlığımızın ilk gençlik yıllarına dayandığı Ümit GÜNEY’i ağırlıyorum. Kendisi ilk eğitimlerinde aldığı disiplinli, yapıcı ve düzenli düşünce yapısını yaşam boyu eğitim ilkesine bağlıymışçasına geliştirerek artık ben oldum demiş ve kitapları ile taşmaya başlamıştır.

“Lider Sensin” diyerek kendisini okuyan insanların iç yolculuklarına çıkmasını ve doğal olarak da aslında öz güvenleri ile kendi doğrularından taviz vermeden nasıl yol alacakları konusunda bir rehber kitap oluşturmuştur.
Yüksek Lisans eğitiminin bir devamlılığı olarak almış olduğu bilgiyi boşa harcamamış ve “Trafik Terimleri Sözlüğü” ile ülkemizin kanayan yarası Trafik Kazalarının önlenmesi yolunda insanları bilinçlendirmeyi hedeflemiştir ki ders kitabı olarak da okullarda okutulmasından yana olduğumu ifade etmem gerekir.

“CEO Olacak Çocuk” isminden anlaşılacağı üzerine çocukluk yıllarından itibaren insanoğlunun motivasyonunun yüksek tutulması ve iyi yönlendirilmesi neticesinde her bireyin büyüdükçe hem içindeki çocuğu hem de üst kademe yönetici özelliklerini koruyacağını anlatmıştır.

Lider Sensin okuyucu yorumlarına baktığımızda okuyucuları ile iletişimini samimiyet üzerine kurmuş olduğunu görüyoruz:  “Kitabın, yılların birikiminden damıtılarak oluşturulmuş bir başucu kitabı olması özelliğinin yanı sıra gayet akıcı ve sohbet havasındaki yazım dili okunmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırıyor. Klişe kişisel gelişim kitaplarından sıkılanlar ve genç yönetici adaylarına şiddetle tavsiye ederim.”

5N1KitapYazarı köşesinin müdavimleri bilirler ki giriş yazılarını çok uzun tutmaktan hoşlanmam tamam kabul yazar insanın uzun yıllardır tanıdığı biri olunca kelam biraz uzayabiliyormuş.

Şimdi sizleri Ümit GÜNEY’ in 5N1KitapYazarı sorularına vermiş olduğu yanıtlarla buluşturuyorum kendi sözlerime nokta koyarak.
Sevgilerimle.

 

Soruları yanıtlamadan önce kısaca kendinizi ve kaleminizi bizlere hatırlatabilir misiniz?

Ümit Güney: 1971 Ankara doğumlu Ümit GÜNEY, 1993 yılında Polis Akademisi’nden mezun oldu ve 2011 yılına kadar İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Eskişehir illerinde asayiş ve trafik birimlerinde Emniyet Müdürü rütbesine kadar görev yaptı. Bu süre içerisinde 1998 yılında Kosova Barış Gücü ve 2008 yılında Haiti Barış Gücü olmak üzere iki kere Birleşmiş Milletlerde dünya barışına hizmet ederek iki kere barış madalyasıyla onurlandırıldı. 2003 yılında Ankara Üniversitesi Adli Tıp Fizik İncelemeler Alanında Yüksek Lisansını tamamladı.
2011 yılında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne Daire Başkanı olarak davet edildi ve kurum değişikliği yaparak bu kurumda hizmet etmeye başladı. Evli ve 2 çocuk babası olan Ümit Güney’in yayınlanmış 3 kitabı bulunmaktadır.
Mükemmel derecede İngilizce, orta derecede İtalyanca ve başlangıç seviyesinde Fransızca dillerine sahip olmakla birlikte; Yazar Doğulur mu, Olunur mu, (Seminer), Yazarlık Eğitimi ( 16 saatlik kurs), Problem Çözme, Lider, Yönetici, İdareci Farkları, Güvenli Trafik Eğitimi konularında da eğitimler vermektedir.

NE ZAMAN?

Yazmaya ilk ne zaman karar verdiniz, yayınlamayı düşündüğünüz (hazırladığınız) son kitabınız ne zaman yayınlanacak /yayınlandı?

Ümit Güney: Kendiliğinden gelişen bir durum oldu. Son yirmi yıldır zaman zaman düşüncelerimi kâğıda dökerdim fakat düzenli yazmak davranışına 2008 yılında başladım.

İlk kitabım “Lider Sensin” 2014 yılında basıldı.

Daha sonra teknik bir kitap hazırladım ve ülkemizin trafik kazaları sorununa faydası olacağını düşündüğüm “Trafik Terimleri Sözlüğü” kitabım basıldı.

Son olarak “CEO Olacak Çocuk” u yazdım ve 2016 yılında basıldı. Sırada bir roman var. Gerçek bir polisten, gerçek bir polisiye diyelim. Başka da bir ipucu vermeyelim

 

NE?

Kitaplarınızı bize özetleyebileceğiniz cümleler ne olur?

Ümit Güney: Lider Sensin ve CEO Olacak Çocuk: Bir hayatın içerisinde her türlü duygu var. Hayat size istediğinizi veriyor. Kariyer istiyorsanız kariyer, para istiyorsanız para, aşk istiyorsanız aşk veriyor. Yeter ki karşınıza geldiğinde görmesini bilin.

Trafik Terimleri Sözlüğü: Trafikte yaşamak için daha çok öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek lazım

NEREDE?

Edebiyat dünyasında kendinizi nerede tanımlarsınız?

Ümit Güney: İlk basamakta olduğumu düşünüyorum. Sanırım bir roman yazana kadar acemi bir yazarız.

NASIL?

Yazar ve okurlar arasında kurulan köprü sizce nasıl olmalı?

Ümit Güney: Kitapevlerinin, kitap satışlarının yanı sıra, yazarları okuyucularıyla buluşturan kültür evleri olmalıdır.

Bir kısım kitapevleri böyle. Diğer yandan, bazı kitapçılarsa kitap satışlarına odaklı yaşıyorlar.

Hâlbuki kitapların daha çok satması, daha çok okunmasıyla ilgilidir. Giriyorsunuz kitapçıya bir kitap soruyorsunuz, bilgisayardan bakıyorlar sadece.

Oysa satıcı yazarı tanısa, okuyucunun ihtiyaçlarına daha doğru cevap verir. Hatta yazara ulaşabileceğini, aklına takılan soruları sorabileceğini izah edebilir.

Yazarın hangi deneyimlerden sonra kitap yazmaya karar verdiğini ve neden yazdığını anlatabilir. Bu şekilde kurulan köprülerin okuma ve okunma oranlarını artıracağını düşünüyorum.

NEDEN?

Okurlar sizin kitaplarınızı neden okumalı?

Ümit Güney: Çünkü ben sadece gerçekleri yazıyorum. Binlerce araştırmaların karmalarından oluşan bir akademik kitap değil.

Tabi ki esinlendiğim yazarlar var fakat bunlar kendi tecrübelerimle harmanlayarak yazdığım için, okuyucu son halini görüyor.

Birçok okurum 240 sayfalık kitabımın her cümlesinin dolu dolu olduğunu söylediler. Bu bana gurur verdi.

Diğer yandan yazmakta olduğum roman da gerçek olayların kurgusal birleştirilmiş hali. Yani tamamen gerçek.

Kurgusal yazılara karşı değilim. Bunu da belirtmek isterim. Mesela “Yüzüklerin Efendisi”, “Harry Poter”, çok güzel kurgu romanlar. Ancak ben yazarlık konusunda “hakikat” çizgisinde yazmaya devam etmeyi düşünüyorum.

Bu yüzden okuyucularınıza “beni takip etmeyi” bırakmayın diyorum

 

“Başarı asla tesadüf değildir. İyi, etkili başarılı bir lider olabilmeniz için önünüzde unun bir yol var. Çok çalışmalı çok emek harcamalısınız. Çıktığınız bu yolda size ışık tutacak bir esere imza atan yazarımız Ümit Güney`i tebrik ederim”. Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen

 

 

Her gün yazılı ve görsel medyada manşet haberlerden duyduğumuz “Trafik Canavarı”, hakikatte topu taca atmak için kendi yarattığımız yalandan başka bir şey değil; çünkü trafik kazaları tek tek incelendiğinde, kazaya sebebiyet veren unsurun aslında belirli bir insan hatasına dayandığı anlaşılmaktadır.

Bu düşüncelerle hazırlamış olduğum “Trafik Terimleri sözlüğü ´nün, sürücüden bilim adamına, aday sürücüden otomobil satın almak isteyen vatandaşa kadar pek çok kişinin ihtiyacına cevap vereceğini düşünüyorum. Ayrıca anlamak ve anlaşılmak için kullandığımız dilin, yani Türkçe´nin kurallarına uygun ve yabancı kelimelerden arındırılarak konuşulmasının bilgi düzeyimizi artıracağı aşikârdır.
İlk baskısını yaptığımız “Trafik Terimleri Sözlüğü” nün ülkemize faydalı olması dileklerimle!
Ümit Güney

 

Hiç kimse ömrünün tamamını mutluluk içerisinde geçirmemiştir ancak o hayatın içerisinde mutlu olduğu yüzlerce gün vardır. CEO Olacak Çocuk size hayatınızın yüzlerce gününü mutlu geçirebilmenizin sırlarını veriyor. İyi bir lider olabilmeniz mutlu bir lider olmanızdan geçiyor çünkü sadece mutlu liderler mutluluk ve başarı dağıtabilir.

Unutmayın, geleceğin liderleri çok bilenler değil, çabuk öğrenenler olacaktır.

Sayın Ümit GÜNEY’den 5N1KitapYazarı okurlarına güzel bir öykü hediyesi var;

ARDINDAN GELEN

“Akdeniz ve Karadeniz’in aksine dağlar denize paralel değil, diktir. Bu da Ege denizini girintili çıkıntılı yapmış, koylarını, körfezlerini artırmıştır.” Diye ders anlatırdı Coğrafyacı Murat öğretmen. Yüksek açılı virajlardan dolayı otobüsün hızı 30 km/s’e kadar düşüyordu. Otobüsün camında dışarı baktığımda çam ağaçlarının arasından Marmaris koyunu kah görüyor, kah göremiyordum. Otobüs yavaşladıkça sabırsızlaşıyor, hızlandıkça sabır hissimi normale çekebiliyordum. Kolay mı, tam kırk iki yıldan sonra kavuşuyordum. Kalbimin yarısını burada bırakmış, ancak geri kalan diğer yarısıyla yaşayabilmiştim kırk iki yılı. Gittiğim şehirlere, kasabalara, ülkelere ancak diğer yarısını götürebilmiştim. Hani ilk aşkını unutamaz da sonra sevgili diye hayat kadınlarını koynuna alırsın ya, işte onun gibi bir şey olmuştu benim hayatım da.
Otogardan taksiye binince “Marmaris İlkokuluna” dedim. “Hocam okullar tatil” diye cevap veren taksiciye, “Olsun sen sür, ben bir göreyim” diye ısrar ettim. Herhalde taksici benim altmışlarına merdiven dayamış kır saçlı halimi görünce okul müdürü ya da en azından öğretmen sanmıştı. Başka bir şey demedim. Dikiz aynasından peki tabi ki der gibi bakarak, trafik ışıkları yeşile dönünce birinci vitese taktı ve arabayı sahilden Marmaris Ortaokuluna sürdü.
Hemen her teneffüs yirmi öğrenci bir topun peşinden koştuğumuz okul bahçesinin yerinde şimdi otopark görevlileri makbuz karşılığı gel gel diyerek otomobilleri park ettiriyorlardı. Yaz ayları ya, hava sıcak, turist ve araba çoktu. Taksiciye parasını verip gönderdikten sonra ufak çantam elimde bahçeden içeri girince beni gören otopark görevlisi de öğretmen sandı ve “Hocam hayırdır, okullar henüz açılmadı ki” dedi. “Olsun, ben kıl hocayım, tatilde bile gelir yoklama alırım” diye takılınca o da ben de güldük. Okul bahçesine adımımı attığım anda Murat hocanın eli havada, Ömer tokatlara karşı tepkisiz yüz ifadesiyle kırk iki yıl sonra hala dayak atarken buldum. Otopark görevlisi kahkaha atarken “Gel hocam gel” deyince, ben de daha fazla bir şey demeden okulun açık kapısından içeri girerek bir üst kata doğru yöneldim. Bahçeyi otopark olarak kiralayanlar sanırım ihtiyaç gidermek için de okulun içerisini kullanıyorlardı. Bunca zaman sonra geldiğim bu binanın 5-B sınıfının kapısında 4-D yazıyordu. Kapıyı içeride ders yapan Murat hocayı daha da kızdırmamak için usulca vurdum ve gir sesini duyunca beş santimetre kadar aralayıp, tek gözümün bakabileceği bir açıdan içeriyi süzdüm. Duvarlarının rengi, sıraların tipi, kara tahta, her şey değişmiş, yerine yenileri alınmıştı. Murat hoca elinde cetvel, Ömer’i tahtanın önüne dikmişti. Kapıyı biraz daha aralayıp kafamı içeri sokunca tüm sınıfla göz göze geldim. Çocukluğum bile oturduğu sırada şaşırmış, kim bu yaşlı adam der gibi bana bakıyordu.
İçeri girmeme aldırış etmeyen Murat hoca elindeki bir metrelik cetveli hızla Ömer’in sol eline indirdi. Canı acıyan Ömer gık çıkarmadı. Gözlerini bile kırpmadı. Diğer elini, yani sağ elini uzattı. Eli havalanan Murat hoca bu sefer çok daha büyük bir hızla sağ eline cetveli indirdi. Dövdükçe kini arttı ve cetveli bırakarak yüzüne tokatları vurmaya başladı. Tüm sınıf çıt çıkarmadan korkuyla seyrediyordu. Daha fazla bakamadım. Geri döndüm ve hızla önce sınıftan, sonra binadan kendimi dışarı attım. Bahçeye çıkınca otopark görevlilerinin bakışları altında almayı unuttuğum nefesimi, geri almaya başladım.
***
Ömer’le aynı mahallede, bahçeleri yan yana iki evde otururduk. Evlerimizin bahçeleri bitişikti ve arada sadece üstü kireç kaplı taş duvar vardı. Sürekli üzerinden kafalarımızı uzatarak konuştuğumuzu gören babam dayanamamış, Ömer’in babasına ortaya bir kapı açmayı teklif etmişti. O da kapıyı boş ver, duvarı kaldıralım diye teklifi genişletince bahçelerimiz tek bahçe olmuştu. Duruma alışan annelerimiz de kaynaşınca kahvaltıları, öğle yemeklerini birlikte yapar, sadece akşam yemeklerinde babalarımız gelince ayrı sofralara oturur olmuştuk.
O zamanlar şimdiki gibi on binlerce turist gelmezdi Marmaris’e. O yüzden daha sakin, daha huzur dolu bir yerdi. Tüm mahalleden arkadaşlarla denize birlikte gider, yürüyüşler yapar, hatta akşam karanlığa kalmamak üzere bazen annelerimizden izinli bazen izinsiz İçmelere hatta Turunç’a kıyıdan ormanın içerisinden yürüyerek giderdik. Cebimizdeki harçlıkları son kuruşuna kadar dondurma, çekirdek, karpuz, canımız ne çektiyse alıp mideye indirdikten sonra minibüsçü amcalara bedava muavinlik yapmak şartıyla para vermeden geri dönerdik. Akşam karanlığına kalınca annelerimizden fırça yemek farz olurdu.
***
Okuldan çıktığımı gören otopark görevlisi yüzümdeki korkuyu fark etmiş olsa gerek ki “hocam hayırdır, yoklama da sorun çıktı herhalde” diye şakamıza bıraktığı yerden devam etti. Bir yandan tekrar nefes alırken “Seni yok yazdım evlat” diye ben de şakasına eşlik ettim. Okulun bahçesinden, daha doğrusu otoparktan çıkarken “Yoklama yarım kaldı, yarın yine uğrarım” deyince “Gel hocam gel, sınıf başkanın değil miyim” diye karşılık verdi. Tabi ki uğrayacaktım, Ömer’i Murat hocanın dayaklarına bırakıp nasıl gidebilirdim?
Tam çıkıyordum ki durdum, geri döndüm ve “Sınıf başkanı, pansiyon yok mu buralarda?” diye sordum. “Olmaz olur mu hocam, bizim kaldığımız pansiyona yerleştirelim sizi de. Sahilden Migros’a kadar yürü, ben arıyorum pansiyonu, seni önünden alsın çocuklar”. Dedi ve hangi yoldan gideceğimi işaret etti. Dediği gibi beni karşılayan çocukla sohbet ede ede pansiyona kadar gittik. O da kazandığı harçlıklarla İçmeler, Turunç kaçamakları yapıyormuş.
***
Akşam yemeğinde attığım iki kadeh rakının da uyku ilacı etkisi yapmasıyla, deliksiz bir uyku çektim. Ömer’le çocukluğumuzun geçtiği tek bahçeli iki ev çoktan yıkılmış, sadece arsa değeri ediyordu. Telefonla yaptığımız pazarlıklar sonucu anlaştığımız müteahhitle buluştuk ve tapu dairesine giderek paranın bankaya yattığını teyit ettikten imzaları atıp, sonra evin tapu satış devrini gerçekleştirdik. El sıkıştık, helalleştik. Münih’ten kalkıp Marmaris’e gelme sebebim sona ermişti. Otogara gidip ilk otobüsle dönmek yerine, Marmaris ilkokuluna geri gittim.
Otoparkçı beni görür görmez sevindi “Hocam sevdin mi pansiyonu, biz geç geldik gece alemdeydik biraz” dedi gülerek. Sonra elini uzattı ve “Adım Kader, bak yoklamada yok yazma” dedi gülmesine devam ederek. Belli ki otoparkçılıktan kazandığı bol para onu neşeli biri yapmıştı. “Tamam Kader, 121 Kader dimi, yok yazmam” diyerek ben de şakasına karşılık verdim.
Kapısında hala 4-D yazıyordu 5-B sınıfının ama beni görünce kendiliğinden 5-B’ye dönüşüverdi. İçeri girdiğimde dünkü şaşkınlıkları yoktu artık sınıfın. Bu sefer kapıyı bile çalmadım. Gittim, Ömer’in boşalttığı sıraya, küçüklüğümün yanına oturuverdim. Baktı bana tanımadık gözlerle, baktı, ben de bir şey demedim. Murat hoca havalandırdığı cetveli Ömer’in ellerine, tokatlarını şakaklarına, tekmelerini kıçına vurmaya devam ediyordu. Artık gözyaşlarımı tutamıyordum. Ömer’in ifadesiz yüzünü gördükçe gözyaşlarım daha da artıyor, yaşlar gözümden şakaklarıma doğru değil de, ok gibi ileri doğru akıyorlardı. Eğildim küçüklüğüme, “kalk durma, kalk, itiraf et” dedim. Kaçırdı gözlerini benden. Omuzuna vurdum usulca “kalksana lan, ödleklik yapma, tavuk musun sen” diye kızdım. Bu sefer hepten sırtını döndü. Baktım bu çocuktan bir halt olmayacak “Hayıır hocam, o değil bendim” diye kırk iki yıldır bastırdığım çığlığımı sonunda attım. Ne Murat hoca, ne Ömer de ne de sınıftaki bir öğrenci duydu beni. Sanki hepsi birden bire sağır olmuşlardı. Aniden birisi elimi tuttu “hocam hocam iyi misin” diye seslendi. Gözyaşlarımın arasından baktım, Kader’miş. Şu otoparkçı genç. “Çığlığın aşağıya geldi hocam, ben de dayanamadım çıktım yukarı, iyisiniz değil mi, doktora götüreyim mi bak sağlık ocağı hemen şu sokakta” dedi ve eliyle pencereden bir yerleri işaret etti. “İyiyim evladım iyiyim” diyebildim. “Hadi sen bir su söyle de kendime geleyim” diyebildim. Kader eline aldığı ufak telsizden “Ahmet abi bana iki su, iki de çay” dedikten sonra bir an telsiz mandalını bıraktı ve “hocam seninki duble olsun mu” diye sordu. Cevap vermeyince de bunu evet olarak algıladı ve önemli bir telsiz konuşması bir polis gibi telsizin mandalına bastı, “biri duble” diye vurguladı.
Suyu ve çayı içip biraz kendime geldikten sonra “Münih’te böyle güzel çaylar yoktu ilk gittiğimizde” diyebildim. “Türkiye’ye her giden dönüşte valizinin yarısını çayla doldurmazsa konuşmazdık onunla” dedim. “Kader, sana kader ne demek anlatayım mı?” diye sordum ama cevabını beklemeden anlatmaya başladım.
***
“İlk göndermeler 1960’larda başlamıştı. Malum, 2.dünya savaşından çıkan Almanya’da erkek nüfus kalmamıştı. Yakılan, yıkılan, bombardıman olan binalar, fabrikalar ne varsa geri yapılacaktı ama çalışacak insan gücü yoktu. Alman hükümeti de bu yüzden Balkanlardan, Asya’dan ve ülkemizden işçi ithaline gitmişlerdi. Biz de Ömer’le birlikte başvurduk gazete ilanına. Mahalle arkadaşım, okul arkadaşım, sıra arkadaşım, asker arkadaşım. Hiç ayrılmadık ki onunla. Askerden dönünce baktık buralarda iş yok, turizm keşfedilmemiş, cepte harçlık yok, biz de gittik yaban eli Alamanya’ya. Münih’e. Kader hele bir çay daha söyle ama ince bellide olsun b sefer” deyince Kader tekrar eline telsizi aldı ve yine bir polis gibi anons etti.
“Gittiğimizde bizi toplama kampı gibi içinde onar kişilik koğuşları olan kamplara aldılar. Ömer’le altlı üstlü yattık ranzada. Askerde de altlı üstlüydük. Orada da lakabı Ömer’den önce gitmişti. Yüzbaşı bile Ömer’in lakabını bilir, ismiyle hitap etmezdi. Almanlar da Omer diye okudular Ömer ismini ama sonra biri lakabıyla seslenince Ömer’e, tüm kampın ve Almanların ağzına da söylenmesi zor Ömer gitti, kaldı lakabı. Lakabıyla yaşadı gitti Ömer, Ömer’im, ben bir kez bile lakabıyla hitap etmedim ona. Etmem de.”
“Hepsinden önce söktüm Almancayı. Türkler arasında almanca bilen yok, almanlar arasında da Türkçe bilen yok. İşte ben oldum o zaman ustabaşı, sonra da oldum müdür. Maaşım da arttı, başladım kravat takmaya. Ömer ilerleyemedi, lakabı da kaldı, kendi de. İşçi olarak kaldı. Küstü zaten zamanla, öğrenmedi Almancayı. İsterse öğrenirdi o.” Dedikten sonra elimi kaldırdım ve hemen yanı başımızdaki Marmaris İlkokulunun 5-B sınıfının camını göstererek “Aha şurada birlikte okuduk, benden çalışkandı, zekiydi de Ömer. İstese öğrenirdi Almancayı” diye tekrarladım.
“Gel zaman git zaman, ben de aşık oldum, o da. Tabi kravatlıyım ya, Hilma da beni sevdi hemen. Ömer’in ki de Imre. Hafta sonu birlikte gezdik dolaştık dördümüz. O vakte kadar Ömer de söktü biraz Almancayı. Arada ben tercümanlık yapıyorum falan. Oranın kızları bizim buralarınki gibi değil o zamanlar. Oynak, işveli, çekici, öpüşüyorlar falan. Buralarda öpüşmek, el ele tutuşmak hiç bilinmiyor o zamanlar. Neyse lafı uzatmayım, ben Hilma’yla evlendim ama Ömer’in lakabını öğrenen İmre önce kafasına takmadıysa da, sonraları çok sordu bana gizli gizli. Ne kadar anlattımsa da Ömer’in lakabıyla alakası olmadığını, inandıramadım. Zaten Ömer de gittikçe içine kapandı, soğudu Imer’den. Ömer diyen yok, herkes lakabıyla sesleniyor. Biz evlendik amma, Imer bıraktı gitti Ömer’i, bir daha da hiç görmedik zaten.”
“Talihsizmiş be abi Ömer” dedi Kader. Otoparka gelen arabaları yanındaki çocuğa bırakmış, dikkatini tamamen beni dinlemeye vermişti. “Ben sizi dün görünce öğretmen sandım, demek birlikte okudunuz burada.”
“Dedim ya, kan kardeşiydik. Şimdilerde kanka mı diyorsunuz, ne diyorsunuz. Çok severdik birbirimizi, ölümüne severdik. Ben onu bir gün düştüğü çukurdan çıkarmıştım, o da beni düştüğüm boktan kurtardı.”
“Nasıl yani” diye sordu Kader.
“Dur orasını da anlatayım sana” dedim. Bu sefer ince belli bardakta gelen çayın son yudumunu da aldıktan sonra “Gel benle Kader, kader neymiş gör” dedim ve okul binasının içine doğru yürümeye başladım. Tekrar sınıfa girdiğimde 4-D yazısının tamamen yok olduğunu, kapıda 5-B yazdığını, içerideki sıranın, duvar renginin, kara tahtanın aynı 42 yıl önce bıraktığım gibi durduğunu gördüm ve Kader’ e de gösterdim. Murat Hoca kırk iki yıldır tahtanın ve tüm sınıfın önünde Ömer’i dövmeye devam ediyordu. Anlattıkları mı Kader dikkatle dinliyordu. Kah ayağa kalkıp konuşuyor, kah sıraya gidiyor yerimi gösteriyor, kah sınıf dolabının çekmecesini ve anahtarla nasıl kilitlendiğini ya da kilitlenmesi unutulunca nasıl açık kaldığını, Murat hocanın nasıl kızdığını, Ömer’in dayaklara nasıl tepkisiz durduğunu, cetvelin nasıl havalandığını ve indiğini anlatıp duruyordum.
Bir ara “Yeteer Murat Hoca yeteeer!” diye bağırdığımda korktu fakat kaçıp gitmedi de. Kader’in ve ödlek çocukluğumun şaşkın bakışları arasında ayağa kalktım, Murat hocanın elinden cetveli aldım, sağ dizimi öne uzatıp enlemesine vurdum ve ikiye bölüp fırlattım. Ömer’in hareketsiz yüzüne mutluluk yayıldı. Gözlerimin içine baktı, gözleri gülüyordu.
“Yeteer hocam yeteerrr, o değil bendiiimmm!” diye bağırmaya devam ettim. Sonra dizlerimin bağı çözüldü. Yığıldım. Kader koluma girdi, kaldırdı beni sıraya oturttu. “Anlatma istersen hocam, boş ver gitsin, anlatma istersen” dedi. Yok artık taşıyamazdım. Ne varsa anlatılacak, benden ve Ömer’den başka en az bir kişi daha gerçeği bilmeliydi.
“Ah Ömer, Ömer’im” diyebildim ve devam ettim. “Münih sokaklarının avare berduşu, dilsiz Ömer’im, temiz kalpli Ömer’im, dost Ömer’im.” Kara tahtayı ve Murat hocayı göstererek “Halbuki o çalmamıştı sınıf parasını, ben çalmıştım. Haberi bile yoktu onun. Babam harçlığı çok verdi diye geçiştirdim sınıf parasını Cuma akşamı son teneffüste çaldıktan sonra. Sınıf başkanı açık unutmuş, uydum şeytana. Hafta sonu da birlikte harcadık Ömer’le. Lunaparkta bizi görünce sınıf arkadaşlarımız, pazartesi günü okula dönünce Murat öğretmene söylediler. İş patladı. Murat hoca ailelerimizle konuştu, para vermediklerini öğrenince, Ömer hemen anladı ve itiraf etti. Borçlu hissediyordu kendini çukurdan kurtardım diye. “Ben çaldım hocam, onun hiç suçu yok” diyerek beni gösterdi. Gıkım çıkmadı Kader. Belki elimi kaldırsaydım, birlikte yaptık deseydim hatta onun hiç suçu yok, ben yaptım hocam” deseydim Kader, onu Hırhız Ömer Hırhız Ömer diye dövmezdi Murat Hoca.” Hıçkırıklarım tamamen boşalmış, göz pınarlarım kurumuş, ağlamam durmuştu. Kırk iki yıl sonra artık Ömer ve benden başka, bir kişi daha biliyordu gerçeği.
Biraz nefes aldıktan sonra devam ettim. “Hırsız diyemezdi Murat hoca, hırhız derdi. Arkadaşlar önce hırhız diye dalga geçtiler Ömer’le sonra, hırhız da diyemeyip hırız çevirdiler bu lafı. Bir yandan sınıf parasını çaldı diye kızgındılar Ömer’e, diğer yandan komiklerine gitmişti hırız lafı. Bu yüzden taktıkları lakabı çok sevdiler ve sonundan Ömer’i atıp, sadece hırız demeye başladılar. Şimdi Münih sokaklarında berduş gezen Ömer’in adı, kaldı hırız. Ama ben Ömer’ime hiçbir zaman hırız demedim.” Diyerek son cümlemi söyledim 4-D sınıfının kapısından dışarı çıktım.
Kader koluma girmiş, beni avutmaya çalışıyordu.
“Hocam, üzme kendini olan olmuş. Belli ki felek ağlarını kötü örmüş hırız Ömer abi için” dedi.
Telsizden polis edasıyla bana bir taksi çağırdı. Gelen taksiye ufak çantamı bırakıp, Kader’e sarıldım. Bir dostla vedalaşır gibi vedalaştım. Otogara giderek dönüş biletimi aldım ve satış yapan firmanın içerisinde bir banka oturup, beklemeye başladım.
Ümit GÜNEY
Eskişehir/Aralık 2016

Son Haberler

İlgili Haberler